Bu yayında, betimleme yapma ve benzetme yoluyla anlatımımızı nasıl zengileştirebileceğimizi inceliyoruz. Hem de bunları burun meselesini karıştırarak yapıyoruz.
Hiç merak ettiniz mi neden burun hakkında çok az edebiyat eseri var?
www.youtube.com/c/meraklitursu
Yüzümüzün orta yerinden fırlayan şu acayip çıkıntı, hayatta kalmamızı sağlayan çok önemli işler yapar. Nefes alıp vermemizi sağlar, binlerce farklı kokuyu ayırt eder, ciğerlerimize giden havayı tam kıvamına gelecek şekilde ısıtıp, nemlendirir.
Tüm bunları yapar, yine de kimselere yaranamaz zavallı! Sırf tuhaf bir şekli var diye sürekli alay konusu olur.
Halbuki kimselerin burnu kimselere benzemez. Kimi insan yüzüne patlıcan bağlamış gibi gezer. Kiminin burnu “geçerken kondum” diyen bir kelebeğin iki yana açtığı kanatları gibidir. Kimininki minik bir okka, kimininki demir bir yumruk!

Yine de sevdiğinin burnunu ballandıra ballandıra betimleyen bir şair yoktur. Aşkının burun deliklerinden bahseden tek bir şarkı sözü bulamazsınız. Ne tuhaf!


Peki “betimleme” ne demek?
Betimleme (bir diğer adıyla tasvir) sözcüklerle resim çizmek gibi bir anlatımdır.
Dilbilgisi derslerinde betimleyici anlatım denilince, okuyucunun beş duyusuna seslenebilen bir anlatım örneği istenir. Yani görme, duyma, koklama, dokunma ve tat alma duyularımıza hitap eden anlatımlardan bahsediyoruz. Burada amaç, betimlenen yani tasvir edilen şeyin okuyucunun hayalinde kolayca canlanabilmesini sağlamaktır.

Betimleyici anlatımda benzetmelerden de bolca yararlanılabilir.

Burun Edebiyatından örnekler
Meselemiz “burun” olunca, burun üzerine yazılmış çok ünlü iki edebiyat eserinden örnek vermezsek olmaz.

Edmond Rostand’ın ünlü oyunu “Cyrano de Bergerac”ın devasa burnu hakkında yazdığı tiradı anmadan burun hakkında bir şey biliyorum denemez. Üstelik yazar, ana karakterin devasa burnunu çarpıcı benzetmeler yaparak anlatır.
Oyunda şöyle der, Cyrano kendi burnu hakkında:

- “Burun değil bir kere, coğrafyada böylesine dağ denir. Dağ değil, yarımada!
- Bir de kanarsa, Kızıldeniz olur! Ne bela!
- Lavantacıya ne mükemmel bir tabela!”

Edebiyatta burnundan çeken sadece Cyrano değildir. Çocuk edebiyatının en ünlü kahramanlarından Pinokyo da en çok burnundan çekmemiş midir? Gerçek bir çocuk olmak isterken, habire başını belaya sokan Pinokyo’nun kocaman bir derdi vardır: yalan söyledikçe uzayan bir burun. Pinokyo’nun yazarı Carlo Collodi şöyle anlatır bu tahta çocuğun zavallı halini:

- ” O yana dönse burnunu yatağa, bu yana dönse odanın kapısına çarpıyor, başını birazcık fazla kaldırsa burnunu Peri’nin gözüne sokma tehlikesi yaşıyordu… Utancından nereye saklanacağını bilemeyen Pinokyo odadan kaçmaya kalktı. Ama burnu o kadar uzamıştı ki kapıdan geçemiyordu!”

Cyrano’nunki kadar kocaman, Pinokyo’nunki kadar büyülü bir burnumuz olmasa da yüzümüzün en göz önündeki parçası olan burunlarımız hakkında ne kadar betimleme yapsak az. Belki bu yayını izledikten sonra edebiyattaki önemli bir açığı gidermek için çalışmaya başlayabilir, burun delikleri hakkında betimleyici anlatımı ilk siz kaleme alabilirsiniz!

Yani kısaca:
- Betimleme: sözcüklerle resim çizmek gibi bir anlatımdır. Betimleyici anlatımda amaç, anlatılan (tasvir edilen) şeyin okuyucunun hayalinde kolayca canlanabilmesini sağlamaktır.
“Gepetto’nun evi bir merdiven altı boşluğundan ışık alan, zemin katta küçük bir odaydı. Eşyaları daha basit olamazdı…”

- Benzetme (bir diğer adıyla “teşbih”) de bir şeyin niteliğini anlatmak için o niteliği taşıyan başka bir şeyi örnek olarak göstermek demektir.
- “Burun değil bir kere, coğrafyada böylesine dağ denir. Dağ değil, yarımada!”

Sorularını yaz gönder
Yazıda değinilen konu ve kavramlarla ilgili sorunuz varsa, aşağıdaki yorum kutusuna yazın.
Sorularınızın turşusunu kurup, yanıtları yayınlayalım!

Yazıda değinilen alanlar:
Bu yazıda değinilen alanları sizin için aşağıya topladık.
Hangisi daha fazla ilginizi çektiyse, onunla ilgili diğer yazılara göz gezdirmeye ne dersiniz?
Yağmur E.
01/04/2021 17:21insanlar ne kadar inkar etse de haftalar kısa, günler uzun gibi gelir. Mesela çarşamba günündeyiz diye düşünelim, yapacak işlerimiz var ve günlere böldük ama bir günde yapmamız gereken işleri halledemedik yarına kaldı. Yarın yaptık bitirdik ve hafta bitti. Hafta bitince “Bu hafta kendime vakit ayıramadım.” diye söyleniriz. Ne kadar haftaların günlerden uzun olduğunu bilsek de haftaları suçlarız. 11 yaşındayım, anneme soruyorum ve bilmiyorum kızım diyor. Neden peki?
İrem Sunar Özat
02/04/2021 21:41Merhaba Yağmur.
Bu nasıl şahane bir soru böyle! Dikkatlice gözlemlediğiniz ve sebebini merak ettiğiniz konuyu çok sevdik. Sizi psikoloji bilimine gösterdiğiniz ilgiden dolayı kutlarız! Evet, doğru okudunuz. Bu konu psikoloji ve nörobilim dallarının alanına giriyor. Bu gözleminiz aslında “zaman algısı” ile ilgili. Yani, bizlerin geçen zamanı kendimize göre nasıl yorumladığımız, onu nasıl “algıladığımız” bir başkasının algısından farklı olabiliyor. Siz ve anneniz demek ki günlerinizi tamamen kendi işlerinizi nasıl yaptığınıza, günlük akışınıza göre “algılıyorsunuz”. Ama iş, evinizin dışında yapılacaklara geldiğinde, belli ki takvimde yazan “zaman algısı”nı kabul ediyorsunuz. Bu da size göre haftaların çok hızlı aktığı izlenimine yol açıyor. Çok tuhaf, ama bunun üzerine bilimsel araştırmalar bile var! Çünkü herkesin “zaman algısı” birbirinden farklı olabiliyor. Yani yalnız değilsiniz 🙂
Umarız çok karışık anlatmamışızdır. Başka meraklı sorularınız varsa, onları da memnuniyetle okumak isteriz!